12. ayında inanılmaz
bir gelişim gösterdi Kerem. Diğer aylarda haftada bir yenilik görürken bu ay
nerdeyse her gün yeni bir şey yapıyordu.
Hamilelikten, hafta hafta bebek gelişimine, çalışan bir annenin bebeğiyle güncesi; sadece bebek değil bir "Anne Günlüğü"!
29 Aralık 2016
27 Aralık 2016
1 Yaş Doğumgünü | Kerem 1 Yaşında | Temalı Konsept Doğumgünü
Kerem artık 1 yaşında… beni instagramdan takip edenler bilir, son 2 aydır sanırım tek konum bu doğumgünü hazırlığı. Ne uğraştım, ne uğraştım… ama valla değdi. Winnie the Pooh temalı konsept 1 yaş doğumgünü masam işte böyle oldu sonunda… nasıl değmiş mi o kadar hazırlığa?
13 Aralık 2016
Hamileysen | Hamile Yogası | Yogaevim
Hamile yogası, adının aksine sadece hamilelik için değil, doğum ve doğum sonrası için de çok faydasını göreceğiniz bir aktivite. Benim gibi yıllarca farklı farklı spor salonlarına üye olup da 3 kere gidip parasını yakan bir insanı bile kendine bağlayabilen, üstelik bir de bunu hamileyken yaptırabilen biri var. Kim mi? Banu Değer ve O’nun Yogaevim Hamile Yoga,Pilates ve Yogilates merkezi!
02 Aralık 2016
SGK Doğum Parası | Emzirme Ödeneği | Analık İzni | Doğum Yardımı
Çalışan kadınlar olarak hamilelik boyunca, doğum öncesi ve doğum sonrası yasal haklarınızı biliyor musunuz? Annelerin ve anne adaylarının ilgisini çekebilecek bu yazımda Doğum İzni (Analık İzni) nedir, SGK'dan Doğum Parası nasıl alınır, Doğum Yardımını alabilmek için nereye başvurmalıyız gibi pek çok sorunun cevabını vermeye çalıştım. Ücretsiz izin, süt izni, toplu süt izni kullanımı, kısmi süreli çalışma... hepsi ve daha fazlası işte bu yazıda, üstelik kanunların kullandığı ağır uslupla değil örneklemeli anlatımla!
30 Kasım 2016
Uyku Eğitiminde 3. Haftamız | UYKU EĞİTİMİ Yazı Dizisi - 7
3. Hafta başı
itibariyle Kerem maalesef hasta oldu. Haliyle uykuları biraz sorunlu oldu… ama
gene de korktuğum kadar kötü değildi.
Uyku Eğitimi yazı dizime buradaki linkten ulaşabilirsiniz.
Uyku Eğitimi yazı dizime buradaki linkten ulaşabilirsiniz.
29 Kasım 2016
1 Yaş Doğumgünü Hazırlıkları || Bebek konsept doğumgünü
Bu aralar Kerem'in doğumgünü hazırlıklarıyla yatıp, yeni fikirlerle kalkıyorum. Daha yazın, Kerem yeni 6 aylık olduğunda "Kerem'in doğumgününde ne yapacağımızı düşünmeye başlamak lazım" demiş olsam da, malesef bu dediğim lafta kaldı ve o zaman işin üzerine eğilemedim. İşte bu yazı, yine bir "ben ettim sen etme" yazısı 😇
23 Kasım 2016
11 AYLIK ÖZETİ VE DOKTOR KONTROLÜ
Boyu 1,5cm uzamış, kafa çapı aynı.
19 Kasım 2016
Uyku Eğitiminde 2. Haftamız Nasıldı? | UYKU EĞİTİMİ Yazı Dizisi - 6
Merak edenler
için, ikinci haftamızın özetiyle devam ediyorum. Aşağıdaki tabloda uyku
saatlerini detaylarıyla inceleyebilirsiniz. Uyku Eğitimi yazı dizime buradaki linkten ulaşabilirsiniz.
Bu hafta Kerem’in
babaannesi bizimleydi. Bebeğin ağlamasını dinlemek çok kolay bir şey
olmadığından, açıkçası Merih Anne için acaba zor bir hafta mı olur diye
düşünmeden edememiştim ama çok şükür bu hafta akşam uykuları mucizevi bir
şekilde oldukça kolaylaştı. Kerem
genelde 10 dakika gibi kısa bir sürede ve ağlamadan uykuya dalmayı başardı.
17 Kasım 2016
Sanki bu dünyada tek ben doğurmuşum gibi
Bu size de oluyor mu bilmiyorum ama hamile yada yeni doğurmuş, veya bebeği Kerem'den daha küçük olan bir arkadaşımla veya arkadaşı da geçtim, herhangi bir kadınla karşılaşsam, "tecrübelerimi" paylaşmaktan kendimi alamıyorum! Sanki bu dünyada tek ben doğurmuşum gibi, sanki tek ben çocuk büyütüyormuşum gibi...
Üstelik çocuğu tek başıma bile büyütmüyorum (tabi ki Efe de var)! İlk günden beri etrafım bana yardım edenlerle dolu... Ablam, annem, kayınvalidem hep yanımdaydı. Sonra Birsen Abla, şimdi Şemşat... Hatta arada bana yardıma gelen arkadaşlarım bile oldu, Efe'nin çalıştığı akşamlarda kah Yasemin, kah Rana'yla yıkadık Kerem'i.
Eminim çoğumuz benim gibiyiz... Hatta inşallah benim gibiyizdir diyeyim, zira bebek bakmak zor zanaat. Bu yüzden umarım hiçbir kadın bebeğine "tek başına" bakmak zorunda kalmıyordur, anne eş dost akraba her fırsatta yardımına koşuyordur.
Burda olay zaten bebeğe "sadece anne"'nin bakması değil. O bebeğin "O anne"'nin olması. Anne burda - tabir caizse - şirketin genel müdürü gibi, yani yönetici, idare eden. Herşeyi kendisi yapmıyor olabilir, ama herşeyin nasıl yapılmasını istediğini çok iyi biliyor.
Şirket örneğinden normal hayatlarımıza geri dönersek, ister çalışan anne olun, ister evde oturan anne, hepimiz çocuğumuzun o gün ne yiyeceğine, ne oynamasına, ne zaman uyuyup ne zaman dışarı çıkıp hava alacağına, üstüne yelek giyip giymeyeceğine varasıya ufacık detaylara bile karar veriyoruz. (Burda en az anneler kadar "babalar da" karar veriyor demek isterdim ama çoğunluk bütün bunların anneler tarafından yapıldığına inanıyorum. Aksini iddia eden varsa yorumlarınızı beklerim :)
Günümüz bilgi ve teknoloji dünyasında anne adayı olarak hamile kaldığımız günden itibaren kitaplara, internete dalıyoruz, araştırmalar yapıp blog ve forumları takip ediyoruz. Bilimsel verilerin yanı sıra, pratik bilgileri, kim ne yapmış, kimin çocuğu ne zaman emeklemiş'ine varana kadar instagram dahil tüm sosyal medya hesaplarından takip ediyoruz. Tracy Hogg'undan Dr. Harvey Karp'ına okumadığımız uzman yok. Dolayısıyla gerçek anlamda herşeyi biz yapmasak bile, çağımız anneleri olarak bizler, okuyup araştırarak, herşeyin nasıl yapılması gerektiğini aslında çok iyi biliyoruz.
Bunlar yanında bir de eski usüller hakkında farklı görüşlere sahip 2 gruba ayrılıyoruz. Kimimiz anane yöntemlerine sırt çevirirken, kimimiz "büyüklerin bir bildiği varmış" mottosuyla hareket ediyoruz. Şahsen ben ikinci görüşteyim, "eskilerin" yaptıklarını kulak ardı etmiyorum. Hem zaten allah aşkına Mahallenin En Mutlu Bebeği'ni okuduysan eğer, anneannelerimizin yaptıklarından ne farkı var adamın anlattıklarının? Allahın amerikalı doktoru bebeği uyutma tekniğini 5 adıma oturtmuş, kitap yazmış. Benim annem ömründe o kitabı görmemiştir ama ilk günden bize "bak işte böyle tutucan" diye gösterip Kerem'i kucağında bayıltıveriyordu (uyutuyordu anlamında).
Okuduklarımız, araştırmalarımız ve inandıklarımız ışığında bebeğimizi yetiştirirken haliyle birçok şey görüp geçiriyoruz, tecrübe ediyoruz ve birtakım sonuçlara varıyoruz. Benim için bu sonuçlar genelde "şimdiki aklım olsa..." Şeklinde gün yüzüne çıkıyor.
İşte burası kilit nokta... Şimdiki aklım olsa neler neler yapmam, ama gel gör ki bir tane çocuğum var, ve bahsi geçen zaman çoktan geçtiiii gittiii. Allah başka türlü yazmadıysa Kerem benim bu hayattaki tek ve yegane bebeğim olacağına göre, tecrübelerimi gerçek hayatta uyarlamama imkan ihtimal olmadığına göre.... Gelsin konu komşunun bebeği çocuğu...
İşte bu nedenlerle (sanırım) kendimi tutamıyorum... Hamilelik sürecinden, doğumda hastanede yaşadıklarımıza, doğum operasyonundan doğum sonrası ilk geceye, lohusalıktan evde ağırlanan ilk misafire, ihtiyaç listelerinden "elalemin bilmişliğiyle" ne kadar bunalacağına kadar bin tane konuda fikir beyan ediyorum. Üstelik o anda farkına bile varmadan, uyardığım konulardan birini ben o kişi üzerinde uyguluyorum "bilmişlik!!!"
Bazen bu dürtü o kadar dayanılmaz oluyor ki, birilerini arayıp ahkam kessem diye planlar yapar buluyorum kendimi... Neyseki çoğu zaman kendimi tutuyorum... Tutabiliyor muyum?!
Bu noktada benim en büyük yardımcım, bana en iyi gelen... Efe dememi beklemiyorsunuz değil mi?! Tabiki Blog'um. Bu blogu niye açtım? Aslında olayın bu raddeye varacağını bilmiyordum, aklımdan hiç geçmemişti. Blog açarken ki amacım, doğuran kimsenin ilk günlerini çok net hatırlamamasıydı. Ben zaten depresyondaydım... Bari bebeğimin günlüğünü tutayım, bol bol da fotoğraf koyayım ki, büyüyünce isterse okusun dedim. Hem şehir dışındaki babaanne büyükbaba ve diğer akrabalar da yakından görebilsin istedim an be an gelişmesini. Bu anlattıklarımı yaptım, ve yoğunluğu azalsa da yapmaya devam ediyorum ve iyi ki yapmışım diyorum. Çünkü insan gerçekten unutuyormuş, ve ben de çoğu şeyi unuttum bile. Eski yazı ve videolarımı izledikçe hatırlıyorum, hatırladıkça duygulanıp, "ne zor ama ne de güzel günlermiş, keşke kıymetini daha çok bilebilseymişim" diye gözlerim doluyor.
Fakat hatıralar yanında zaman geçtikçe blogda başka şeylerden de bahsetmeye, yazmaya, paylaşmaya başladım... Çünkü içimdeki dürtüye engel olamadım.
Hamileysen serisi mesela... İçimde tuttuklarımı yazma dürtüsü yüzünden gözüme uyku girmeyen bir gecede ortaya çıktı. Telefonumun notlar'ına yazdım ve ertesi gün yayınladım. Şu an bile bu yazıyı notlara yazıyorum. Çünkü evde bilgisayar açacak vaktim yok ve genelde 3 işi aynı anda yaptığımdan en kolayı aklıma yazmak istediğim birşey gelir gelmez telefona sarılmak. Google hesabımı senkronize ettiğimden bilgisayarı açtığımda emailimden notlarıma girip, kopyala yapıştır yapıp bloga koyup yayınlıyorum yazılarımı. (Mesela bakın, bu detayı bile paylaşma isteğime engel olamadım). O nedenle son yazılarımda özellikle pek resim yok. Resimleri düzenlemekle uğraşacak vaktim yok çünkü malesef. Ama notlarımda Taslak olarak kalan o kadar çok yazı (48tane) başlığı var ki.. Beynimin hızına yetişemiyorum. Ve uykusuzlultan ölsem de, bunun gibi akşamlarda kafamdakini yazmadan gözüme uyku girmiyor.
Bu blog iyi ki var... Yoksa etrafımda arkadaş namına insan kalmazdı herhalde, beni dinlemekten bıkarlardı. Ama bu blogda biliyorum ki, yazılarımı kendi özgür iradenizle okuyor, sıkılıyorsanız yarıda bırakıyor, ama seviyorsanız yorum bırakıyorsunuz. Ve o yorumlar sayesinde ben bir boşluğa konuşmadığımı, yalnız olmadığımı hissediyorum. Burda ufak bir "anneler" dayanışması yaşanıyor, adı sanal ama kendi gerçek arkadaşlıklar kuruluyor. Kim ne derse desin, sosyal medyayı amacınıza uygun kullanıyorsanız, zarar ne demek aksine hayatlarımıza fayda sağlıyor.
Yazımı bitirmenin huzuru içinde, inşallah kafam diğer "taslak"lara kaymadan rahat bir uyku çekerim artık. Sağlıcakla kalın
(Ve buraya kadar okuduysanız... Çok teşekkür ederim 😉)
Üstelik çocuğu tek başıma bile büyütmüyorum (tabi ki Efe de var)! İlk günden beri etrafım bana yardım edenlerle dolu... Ablam, annem, kayınvalidem hep yanımdaydı. Sonra Birsen Abla, şimdi Şemşat... Hatta arada bana yardıma gelen arkadaşlarım bile oldu, Efe'nin çalıştığı akşamlarda kah Yasemin, kah Rana'yla yıkadık Kerem'i.
Eminim çoğumuz benim gibiyiz... Hatta inşallah benim gibiyizdir diyeyim, zira bebek bakmak zor zanaat. Bu yüzden umarım hiçbir kadın bebeğine "tek başına" bakmak zorunda kalmıyordur, anne eş dost akraba her fırsatta yardımına koşuyordur.
Burda olay zaten bebeğe "sadece anne"'nin bakması değil. O bebeğin "O anne"'nin olması. Anne burda - tabir caizse - şirketin genel müdürü gibi, yani yönetici, idare eden. Herşeyi kendisi yapmıyor olabilir, ama herşeyin nasıl yapılmasını istediğini çok iyi biliyor.
Şirket örneğinden normal hayatlarımıza geri dönersek, ister çalışan anne olun, ister evde oturan anne, hepimiz çocuğumuzun o gün ne yiyeceğine, ne oynamasına, ne zaman uyuyup ne zaman dışarı çıkıp hava alacağına, üstüne yelek giyip giymeyeceğine varasıya ufacık detaylara bile karar veriyoruz. (Burda en az anneler kadar "babalar da" karar veriyor demek isterdim ama çoğunluk bütün bunların anneler tarafından yapıldığına inanıyorum. Aksini iddia eden varsa yorumlarınızı beklerim :)
Günümüz bilgi ve teknoloji dünyasında anne adayı olarak hamile kaldığımız günden itibaren kitaplara, internete dalıyoruz, araştırmalar yapıp blog ve forumları takip ediyoruz. Bilimsel verilerin yanı sıra, pratik bilgileri, kim ne yapmış, kimin çocuğu ne zaman emeklemiş'ine varana kadar instagram dahil tüm sosyal medya hesaplarından takip ediyoruz. Tracy Hogg'undan Dr. Harvey Karp'ına okumadığımız uzman yok. Dolayısıyla gerçek anlamda herşeyi biz yapmasak bile, çağımız anneleri olarak bizler, okuyup araştırarak, herşeyin nasıl yapılması gerektiğini aslında çok iyi biliyoruz.
Bunlar yanında bir de eski usüller hakkında farklı görüşlere sahip 2 gruba ayrılıyoruz. Kimimiz anane yöntemlerine sırt çevirirken, kimimiz "büyüklerin bir bildiği varmış" mottosuyla hareket ediyoruz. Şahsen ben ikinci görüşteyim, "eskilerin" yaptıklarını kulak ardı etmiyorum. Hem zaten allah aşkına Mahallenin En Mutlu Bebeği'ni okuduysan eğer, anneannelerimizin yaptıklarından ne farkı var adamın anlattıklarının? Allahın amerikalı doktoru bebeği uyutma tekniğini 5 adıma oturtmuş, kitap yazmış. Benim annem ömründe o kitabı görmemiştir ama ilk günden bize "bak işte böyle tutucan" diye gösterip Kerem'i kucağında bayıltıveriyordu (uyutuyordu anlamında).
Okuduklarımız, araştırmalarımız ve inandıklarımız ışığında bebeğimizi yetiştirirken haliyle birçok şey görüp geçiriyoruz, tecrübe ediyoruz ve birtakım sonuçlara varıyoruz. Benim için bu sonuçlar genelde "şimdiki aklım olsa..." Şeklinde gün yüzüne çıkıyor.
İşte burası kilit nokta... Şimdiki aklım olsa neler neler yapmam, ama gel gör ki bir tane çocuğum var, ve bahsi geçen zaman çoktan geçtiiii gittiii. Allah başka türlü yazmadıysa Kerem benim bu hayattaki tek ve yegane bebeğim olacağına göre, tecrübelerimi gerçek hayatta uyarlamama imkan ihtimal olmadığına göre.... Gelsin konu komşunun bebeği çocuğu...
İşte bu nedenlerle (sanırım) kendimi tutamıyorum... Hamilelik sürecinden, doğumda hastanede yaşadıklarımıza, doğum operasyonundan doğum sonrası ilk geceye, lohusalıktan evde ağırlanan ilk misafire, ihtiyaç listelerinden "elalemin bilmişliğiyle" ne kadar bunalacağına kadar bin tane konuda fikir beyan ediyorum. Üstelik o anda farkına bile varmadan, uyardığım konulardan birini ben o kişi üzerinde uyguluyorum "bilmişlik!!!"
Bazen bu dürtü o kadar dayanılmaz oluyor ki, birilerini arayıp ahkam kessem diye planlar yapar buluyorum kendimi... Neyseki çoğu zaman kendimi tutuyorum... Tutabiliyor muyum?!
Bu noktada benim en büyük yardımcım, bana en iyi gelen... Efe dememi beklemiyorsunuz değil mi?! Tabiki Blog'um. Bu blogu niye açtım? Aslında olayın bu raddeye varacağını bilmiyordum, aklımdan hiç geçmemişti. Blog açarken ki amacım, doğuran kimsenin ilk günlerini çok net hatırlamamasıydı. Ben zaten depresyondaydım... Bari bebeğimin günlüğünü tutayım, bol bol da fotoğraf koyayım ki, büyüyünce isterse okusun dedim. Hem şehir dışındaki babaanne büyükbaba ve diğer akrabalar da yakından görebilsin istedim an be an gelişmesini. Bu anlattıklarımı yaptım, ve yoğunluğu azalsa da yapmaya devam ediyorum ve iyi ki yapmışım diyorum. Çünkü insan gerçekten unutuyormuş, ve ben de çoğu şeyi unuttum bile. Eski yazı ve videolarımı izledikçe hatırlıyorum, hatırladıkça duygulanıp, "ne zor ama ne de güzel günlermiş, keşke kıymetini daha çok bilebilseymişim" diye gözlerim doluyor.
Fakat hatıralar yanında zaman geçtikçe blogda başka şeylerden de bahsetmeye, yazmaya, paylaşmaya başladım... Çünkü içimdeki dürtüye engel olamadım.
Hamileysen serisi mesela... İçimde tuttuklarımı yazma dürtüsü yüzünden gözüme uyku girmeyen bir gecede ortaya çıktı. Telefonumun notlar'ına yazdım ve ertesi gün yayınladım. Şu an bile bu yazıyı notlara yazıyorum. Çünkü evde bilgisayar açacak vaktim yok ve genelde 3 işi aynı anda yaptığımdan en kolayı aklıma yazmak istediğim birşey gelir gelmez telefona sarılmak. Google hesabımı senkronize ettiğimden bilgisayarı açtığımda emailimden notlarıma girip, kopyala yapıştır yapıp bloga koyup yayınlıyorum yazılarımı. (Mesela bakın, bu detayı bile paylaşma isteğime engel olamadım). O nedenle son yazılarımda özellikle pek resim yok. Resimleri düzenlemekle uğraşacak vaktim yok çünkü malesef. Ama notlarımda Taslak olarak kalan o kadar çok yazı (48tane) başlığı var ki.. Beynimin hızına yetişemiyorum. Ve uykusuzlultan ölsem de, bunun gibi akşamlarda kafamdakini yazmadan gözüme uyku girmiyor.
Bu blog iyi ki var... Yoksa etrafımda arkadaş namına insan kalmazdı herhalde, beni dinlemekten bıkarlardı. Ama bu blogda biliyorum ki, yazılarımı kendi özgür iradenizle okuyor, sıkılıyorsanız yarıda bırakıyor, ama seviyorsanız yorum bırakıyorsunuz. Ve o yorumlar sayesinde ben bir boşluğa konuşmadığımı, yalnız olmadığımı hissediyorum. Burda ufak bir "anneler" dayanışması yaşanıyor, adı sanal ama kendi gerçek arkadaşlıklar kuruluyor. Kim ne derse desin, sosyal medyayı amacınıza uygun kullanıyorsanız, zarar ne demek aksine hayatlarımıza fayda sağlıyor.
Yazımı bitirmenin huzuru içinde, inşallah kafam diğer "taslak"lara kaymadan rahat bir uyku çekerim artık. Sağlıcakla kalın
(Ve buraya kadar okuduysanız... Çok teşekkür ederim 😉)
16 Kasım 2016
Anne sütü'nün sonuna doğru | Emzirmeyi kesmek
Bu yazıyı yazmaya başladığım 6 kasım 2016 günü Kerem tam 10 ay 14 günlük. Yani 10,5 aylık ve ben nerdeyse anne sütümün sonuna geldim.
Aslında
iş için 3 gece 4 gün Almanya seyahatimden dönüşte sütümde bir azalma
olduğunu hissetmiştim ama asıl azalma bu hafta oldu. Her öğlen 2 gibi iş
yerinde süt sağıyorum. İlk işe başladığımda günde 2 kere sağıyordum ama
Almanya dönüşü günde 1'e düştü. Bir süre günde 1 kere sağarak aşağı yukarı
hep aynı miktarı çıkarıyordum, 150-160cc gibi. Fakat bu hafta inanılmaz
bir şekilde hergün 20cc azaldı. Pazartesi gününe 150cc ile başlamıştım,
140, 120, 100 derken Cuma günü yarım saat sağdım 80cc zor çıktı.
Bunu
itiraf etmek biraz tuhaf, biraz zor ama nasıl üzülüyorum anlatamam.
İlk emzirdiğim günler aklıma geldikçe, bugün hissettiklerime
inanamıyorum. Emzirme hikayemi okuyanlar bilir... İlk 3 ay emzirmekten
nefret ediyorum diye ağlıyordum. Emzirirken acıdan elimi az ısırmadım,
yatakları az dövmedim.
O günlerde "sütüm
kesilse hiç üzülmem, hatta sevinirim" diyordum. Tuzum kuruydu tabi, güldür
güldür süt geliyordu. O zamanlar günde 2 paket (140-150cc'lik) ekstra süt çıkarıyordum.
Üstelik sadece sağmaya mecbur kaldığım zamanlarda bu kadar çıkıyordu.
Biraz daha üzerine düşseydim çok daha fazla süt üretebilirdim ama bir
süre sonra sağdığım sütler çok gelmeye başlayınca bari boşu boşuna
kendimi yormayayım demiştim. Düşün yani ne bolluk ne bereket. O kadar
çok süt vardı ki, süt anne bile olmayı düşünmüştüm. Sonunda olamadım ama
bu girişimim sayesinde çok tatlı bir arkadaş kazandım
Gittikçe
acılar geçti... Emzirmek dünyanın en kolay şeyi oldu. Kerem'in kilo
alımı da iyi olduğu için doğru düzgün yemek yemeye 7 aylık olana kadar
başlamamıştı. Nasılsa süt onu doyuruyor diye içim de rahattı. Ne
mama, ne yemek, aç emzir, Kerem'in yemeği her daim hazır.
O
yüzden şimdi sütümün azalmasına inanamıyorum. Sanki hiç bitmeyecek
gibiydi. Zaten 1 yaşına kadar emzirmeyi düşünüyordum ama, benim insiyatifimle değil de kendiliğinden azalınca, sanki bu bana bahşedilen
özellik elimden alınıyormuş gibi hissettim sanırım ve iyice kıymete
bindi.
Bir de olayın vicdan azabı boyutu var.
Bir annenin bebeğine yetemediği duygusu kadar can acıtan birşey olamaz.
Bebeğin aç, memene yapışmış senden süt isterken, o sütün gelmemesi, veya
geldiği kadarının O'na yetmemesi bir anneyi o kadar üzer ki, yaşayan
bilir sadece.
Kerem'e hiç mama vermemiştim,
ama gün içinde bıraktığım süt yetmediğinde mama takviyesi yaptım bir iki
kere. Kerem'in mamayı sevmemesi ve aç olmasına rağmen o biberonu itmesi
ne kadar üzücüydü anlatamam. "Hadi annecim, bak bunu içmen lazım,
napalım süt yok, elimizde bu var, bu senin karnını doyurucak" diye onu
içmeye ikna etmek... Ve bu cümleler eşliğinde göz yaşlarını tutamamak...
O senden süt istiyo ama yok ki... Napıcam?!
Olaya
belki fazla duygusal yaklaştım ama elimde değil. Şimdi şimdi biraz daha
alıştım duruma... Yazıyı yazmaya başladığımdan beri bir hafta geçti.
Zaten yemek yediği için mamaya çok gerek kalmıyor. Artık günde 3 kere
anne sütü alıyor. Gece emzirmesini kestiğimden beri sabah uyanınca, ve
gece yatmadan emiyor ve günde bir kere sağdığım sütü sabah ilk
uykusundan uyanınca biberonla içiyor. Bunun dışında gün içinde mama almıyor. Uykudan uyanınca 80cc sütü içiyor ve yetiyor gibi gözüküyor. Mamayı sadece dışarı gezmeye çıktığımızda yanımıza garanti olsun diye alıyorum. Olur da emzirecek durumda olmazsam, veya emzirsem de süt yetmezse diye.
Hala
günde bir kere sağmaya devam ediyorum, gittiği yere kadar. Bir süre sonra eğer sağacak
kadar çıkmazsa, sadece sabah ve akşam olmak üzere emzirmeyi planlıyorum.
Zaten 1 yaşına geldiğinde inek sütünden muhallebi yemeye de başlayacak.
O nedenle öğlen sütünü kaldırmakta sakınca olmaz diye düşünüyorum.
Planladığım
gibi emzirmeyi bir anda kesmeye hazır değilim, bu süreçte bunu anladım.
Kerem'den daha fazla ben zorlanacağa benziyorum. O yüzden zamana
yaymaya karar verdim. Gittikçe azalıyor zaten, önce sağmayı bırakırım
sonra da günde bir kereye düşer ve biter. Zaten çok da uzun süreceğe
benzemiyor. Anca 1 yaşını buluruz bence.
Herşeye rağmen çok şükür... 7 ay
sadece anne sütüyle beslendi Kerem. Azalsa da nerdeyse 11 aylık oldu ve
hala da anne sütü alabiliyor. Bunu yapamayadabilirdim... Çok şükür ki
bugüne kadar emzirebildim.
Bu yazıyı okuyup da, benim gibi hissedenleriniz vardır eminim. İster hiç süt verememiş olun, ister hala dolu dolu emziriyor olun, ister benim gibi anne sütünüzün sonuna gelmiş olun... önemli olan bebeklerimizle kurduğumuz bağ. Ve bu bağ, ömür boyu bizim!
06 Kasım 2016
Uyku eğitiminin ilk haftası nasıl geçti? | UYKU EĞİTİMİ Yazı Dizisi - 5
1 Kasım 2016,
gündüz uykularında aynı uyku eğitimi yöntemini deneyeceğimiz ilk günümüz. Yani kısaca
eğitimdeki ilk günümüz diyebilirim. Uyku Eğitimi yazı dizime buradaki linkten ulaşabilirsiniz.
Bebeğin bir
rutine sahip olabilmesi için, hergün aşağı yukarı aynı saatlerde aynı şeyi
yapması çok önemli. Böylece bir süre sonra bebekte bir beklenti algısı
oluşacaktır. Mesela banyodan sonra uyumak gibi.
05 Kasım 2016
Kerem'in uyku eğitimindeki ilk gecesi nasıl geçti? | UYKU EĞİTİMİ Yazı Dizisi - 4
Bu yazıda Kerem’e
uyku eğitimine başladığım ilk gece adım adım neler yaptığımdan ve Kerem’in
verdiği tepkilerden bahsetmek istiyorum. Sanırım en merak edilen yazı bu
olmalı. Uyku Eğitimi yazı dizime buradaki linkten ulaşabilirsiniz.
31 Ekim 2016
Pazartesi akşamı 18.30’da akşam yemeği sofrasından kalktık ve her akşamki gibi
salonda oyun oynadık. Birkaç gündür zaten her fırsatta Kerem’e Pazartesi akşamı
uyku eğitimine başlayacağımızı, artık kocaman olduğunu ve yatağında kendi
kendine uyuyacağını anlatıyordum ama o akşam da gerek yemek sırasında gerek
oyun oynarken hep yatağında uyuyacağını, bu akşam kucağa alınmayacağını
anlattım. Saat 19.30 gibi, 15dk sonra banyo zamanı olduğunu ve banyodan sonra
uyku vakti olduğunu hatırlattım. 19.45'te banyo yaptırdıktan sonra alt
değiştirme ünitesinde sırasıyla kuruladım, altını bezledim, kremleyip masaj
yaptım, pijamalarını giydirdim, çoraplarını giydirdim ve alıp emzirdim. Eskiden
banyo sonrası onu yatağının içine koyardım ve orda giydirirdim. Bu sefer
yatağının içine koymamaya dikkat ettim, herşeyi alt değiştirme ünitesinde
yaptım. Yerde de yapabilirdim, belki ilerleyen günlerde yere transfer oluruz.
04 Kasım 2016
Teorik olarak nasıl bir Uyku Eğitimi yöntemi seçtim? | UYKU EĞİTİMİ Yazı dizisi - 3
Öncelikle rutin
çok önemli. Kerem 40 günlük olduğundan beri çok güzel bir akşam rutini ve
düzenli gündüz uykuları var. Bu bizim avantajımızdı tabiki.
Hangi yöntemi
seçerseniz seçin teorik olarak uyku eğitimine gece uykusuyla başlamak ve gündüz
uykularının iyi olduğu bir günün sonunda başlamak en iyisi deniyor.
03 Kasım 2016
Eğitim öncesi son 1 ay ne durumdaydık? | UYKU EĞİTİMİ Yazı dizisi – 2
Bir önceki
yazıda anlattığım gibi yaşadığımız uykusuz gecelerden sonra artık bir şey
yapmam gerekiyordu. Uyku benim için çok önemliymiş, bunu Kerem'in doğumu ile
anladım.
Kerem’in
uykuları özellikle son 2-3 haftadır, yani 9. Ayını bitirip 10. Ayının içine
girdiğinden beri iyice kötüleşti. Gündüz uykularında mutlaka 45. dk’da uyanıyor
ve tekrar uyutabilmek için kucağa almamız gerekiyordu. Akşam uykularında da
yattıktan sonra 30 veya 45 dakika sonra kalkıyor, kucağa alınca hemen uyumaya
devam ediyor ama yerine koyana kadar 15dk geçiyordu.
02 Kasım 2016
Uyku eğitimine başlamaya nasıl karar verdim? | UYKU EĞİTİMİ Yazı dizisi – 1
Bu yazı Uyku Eğitimi’ne nasıl karar verdiğimi, ve karar verirken ki
gerekçelerimi anlatıyor. Detaylar diğer yazılarda devam edecek. Uyku Eğitimi yazı dizime buradaki linkten ulaşabilirsiniz.
Kerem doğduğundan beri kucakta uyuyor diyebilirim. İlk haftalarda zaten
günün çoğunu uyuyarak geçirdiği için çoğu zaman emerken uyuyakalıyordu ve onu
zorla uyandırıp emmesine devam ettirtmeye çalışıyordum. Tabi ki hiçbir zaman
uyandırmayı başaramadım :)
05 Ekim 2016
Çalışan Anne || Doğum izninin ardından işe başlamak
Bu yazıyı 2 aydır yazmayı
planlıyorum. İlk karar verdiğimde başlık "tatil başlarken"
olacaktı... Şimdiki başlığa bakınca, durumun vahameti görülüyor. Tatil dönüşü
tek başıma çocuk bakarken bloğu çok boşlamışım... Artık geri dönüş vaktidir!
8 Haziran'da İstanbul’dan yola
çıkmıştık... İlk günlerimde çok bocaladım, evimi düzenimi çok aradım. Kerem'in
mükemmele yakın olan uyku düzeni yazlıkta alaşağı olunca, İstanbul’a geri
dönmeyi bile düşündüm. Uykusuzluktan sinirlerim iyice bozuldu, tatile çıktığıma
pişman oldum.
Bu durum o günlerdeki instagram postlarıma
da yansımış olacak ki, Ufuk'un yazdığı bir yorumu unutamıyorum... "Tatilde
olan bir seni kıskanmıyorum" yazmıştı bana... Haklıydı, kıskanılacak bir
yanım yoktu, gecede 5 kere uyanıyordum ve sabah 6da kalkıyordum.
Bir hafta sonra biraz daha iyiydim. “İstanbul'a
dönüp de ne yapacağım”, diye düşünmeye başladım. “En azından burda annem var,
yalnız değilim, bana destek olan insanlar var”
Bodrum’da 2 hafta kalıp sonra
Çeşme'ye geçtik. Babaanne, büyükbaba, nine... Yediğim önümde, yemediğim arkamda
bir tatil geçirdim. Üstelik her sabah büyükbaba 6’da kalkıp Kerem'i aldı, ben
10’a kadar uyudum. Uyandığımda kahvaltım hazırdı. Öğlen ne yiyecez derdi yoktu,
babaanneyle nine her şeyi planlayıp hazır ediyorlardı. Biri Kerem’i uyutuyor,
öteki onla oyunlar oynuyor ve karı koca biraz hava alalım diye bizi baş başa
denize bile gönderiyorlardı. Nerdeyse sıfır sorumlulukla 1 ay geçirdim. O
zamanlar biberondan da gayet güzel sütünü içiyordu. Henüz 6 aylıktı ve
"anneci" günleri daha başlamamıştı.
Çeşme’deki 4 haftadan sonra normalde
İstanbul’a dönmemiz gerekiyordu. Malum, 19 Eylül işe başlama tarihim. Öncesinde
bakıcı bulmak, ona evi ve düzeni alıştırmak gerekiyordu. Ayrıca eve kamera
kurdurmak, ve işe başlamadan önce yaptırmam gereken irili ufaklı tamir işlerini
halletmek gerekiyordu. Oturduk düşündük, daha zaman vardı, ve güneyde olmaya
iyice alışmıştım. “Hem İstanbul’a dönüp ne yapacağım, işler elbet hallolur”
diye düşünüp annemin yanına Bodrum'a döndüm.
Bu son 2 haftalık Bodrum tatili
bütün yaza damgasını vurdu, çok güzel bir tatil geçirdik. Artık evden uzakta
olmaya iyice alışmış, kurallarımın çoğunu yıkmış, daha rahat bir anne olmuştum.
Bodrum’u 3 şort ve 5 t-shirtle geçirdim, abartısız! Yıka yıka giy ne olacak,
fazla giysiye ihtiyaç yok ki. Yaz başında Kerem’in ihtiyacı olur diye taşıdığım
onca şeyin nerdeyse hepsini Efe’yle İstanbul’a geri göndermiştim. Tatilimizin
son ayağına, bir küçük bavul, Kerem ve benim için minimum kıyafet ve bir park
yatakla girdik. Puzzle mat yerine yere bir örtü serdik. Küvet yerine kucağımda
beraber yıkandık. Kabızlığı yüzünden ek gıdayı bile kestim, yemek derdi de
olmadı, her fırsatta emzirdim ki karnı doysun. Yapışık ikiz gibi her yere
beraber gittik, hep pusetinde uyudu, geceleri arada yanıma yatırdım, koyun
koyuna uyuduk. Her gün ayrı bir koya denize gittik, denizden en erken 8’de eve
döndük. Nereye gitsek çimenli bir yer seçtik ve Kerem’i hep yerlere koyduk ki
rahat rahat oynasın, çimenleri yolsun. Bazen deniz sonrası direkt akşam
yemeğine bağladık, zifiri karanlık olmadığı için Kerem’i uyutamadım, bizimle
oturdu ve arabaya biner binmez oto koltuğunda sızdı.
Son 10 senenin en uzun yaz
tatiliydi... 2 ay hiç eve dönmeden güneyde kaldım... İlk başlarda bir türlü
memnun ve mutlu olamadım ama Bodrum'daki son 2 hafta belki de hayatımın en
güzel tatillerinden biri oldu.
O kadar güzeldi ki, İstanbul’a
dönmek beni ilk hafta depresyona soktu ve 3 kilo vermemi sağladı. Annem, Merih
anne derken, 2 aydır bir annenin varlığına o kadar alışmışım ki... Dönünce ne
yapacağımı şaşırdım. Özellikle yalnız kaldığım ilk pazartesiyi unutamıyorum.
Kerem 6.30da kalktı! Uyanmak zorundayım çünkü evde başka kimse yok! Ve kahvaltı
hazırlamam lazım... Ama ne hazırlayacağım ki??? Bir panik dalgası
Eğer yeni anneysen ve bebeğin en
gıdalara yeni yeni geçiyorsa beni anlarsın. Belli bir tecrübe ve planlama
gerektiriyor bu yemek işi. Mesela peynirini geceden suya koyman lazım ki tuzu
gitsin. Yoğurdu geceden mayalaman lazımki ertesi güne hazır olsun. Evde yiyecek
sebze meyve bol olmalı hazırda, ki öğünü geldiğinde hemen bir çorba yapıver
veya meyve verebil.
İlk pazartesi bir uyandım, zaten
afyonum patlamamış, zaten yalnızım, zaten depresyondayım... Bir de uyanır uyanmaz acıkmam ben, en az 2
saat sonra yerim. Haliyle kahvaltı hazırlayacak olma duygusu bile midemi
bulandırmaya yetiyor. Ama el mecbur, mutfağa gidiyorum... Bir de ne göreyim?!
Peynir koymamışım ki! E ne yiyecek bu çocuk? “Salatalık vereyim kemirsin bari”.
O sırada ben de omlet yapayım yumurtanın sarısından. Ama o da ne?! Yüzünü
ovuşturuyor bu çocuk. Tabi ben yataktan kalkıp kahvaltı hazırlayana kadar saat
8.30 oldu, uykusu geldi. Uykusu varken zaten yemek yemez ki... Yemekleri alıp
alıp atıyor her yere, kafasına yüzüne sürüyor. Mecbur banyoya götürüyorum...
Çığlık kıyamet yıkıyorum Keremi... Sonra can hıraş alt bağlama, temiz kıyafet
giydirme derken ohh çok şükür meme var da susuyor. Emerken uyutuyorum artık. 6
aylık olana kadar hep ayakta kucağımda salladım ama artık 8,5 kg oldu ve benim
artık ayakta kucakta gezdirerek uyutmaya gücüm yok. Uyutup koyuyorum yanıma,
ben de yanına kıvrılıveriyorum. Beraber yatarsak 1,5 saat uyur, yoksa 45dk…
Bir de kabızlık derdi var. Bodrum’da
başladı. 5 gün yapmadı, tam fitille yaptırayım dedim, kendiliğinden yaptı.
Sonra 4 gün yapmadı. Belli ki ek gıdalardan biri dokunuyor diyerek kestim
herşeyi, sıfırladım, sadece anne sütüne döndüm. İstanbul’a gelmemizle tekrar
başladım yemeklere, ve tekrar kabız oldu.
İlk pazartesiyi atlattıktan sonra
diğer günler nispeten daha kolaydı. Hala ne pişiricem derdi vardı ama
internetten youtube’dan araştırmaya başladım, çeşitli sebzeler aldım, çorbalar
yaptım. Bu arada BLW’de yalan oldu. Önüne haşlayarak koyduğum, veya birşekilde
kendi kendine yiyecileceği forma getirdiğim, patates dahil hiçbir sebzeyi
yemeyince, kaka yapabilmesi için zorla sebze çorbası içirmeye başladım. Ama
kaşığa karşı tepkiliydi, ağzını hiç açmıyor, kafasını çeviriyor, eliyle itiyor,
en sonunda çok ısrar edersem ağlamaya başlıyordu. Bu inat öyle bir hal aldı ki,
birkaç gün sonra mama sandalyesine oturtmaya çalışmamla ciyak ciyak ağlamaya
başlar oldu. Bu en korktuğum şey… Çünkü ben istiyorum ki, yemek sofrada yeniri
öğrensin. Mama sandalyesi sadece yemek yemek için kullanılan bir araç olsun,
orda oyun oynanmasın, yemek yensin ve kalkılsın. Eğer mama sandalyesinden
nefret ederse, peşinden koşarak yemek yedirmem gerekir ki, bu heryerin batması
anlamına gelir.
Çareyi zorlamamakta bulduk. Mama
sandalyesine oturtup ağlamasın diye önüne kendi tutabileceği yemekler koymaya
devam ettim. Birkaç gün hiç kaşıkla beslemedim ve çok şükür o ağlamaları geçti.
Sonrasında da, su veriyorum diye ağzını açtırdığımda bir kaşık çorba tıktım.
Biraz kendi yedi, biraz ben tıktım, böyle böyle bugünlere geldik.
Kabızlığını da kuru kayısı ile
yendik. Hala zor yapıyor ama en azından hergün yapıyor. Kuru kayısıyı iyice
haşlayıp yumuşacık bir hale getiriyoruz ve o şekilde kaşıkla yediriyoruz.
Allahtan seviyor.
Konuyu baya dağıttım… Geri dönecek
olursak, 5 Ağustosta İstanbul’a döndükten sonra kendime gelmem 2 hafta aldı.
Birsen Abla ve ablam arada bana yardıma geldi. Geldiğimin ilk haftası eve
kamera ve klima taktırdım, ve yoğun bir bakıcı arayışına girdim. Depresyonumun
en temel sebebi de işte bu bakıcı arayışı. Ben sanıyordum ki, etraf bakıcı
dolu, döner dönmez günde 10 kişiyle görüşmeler yapacağım… Ama öyle olmuyormuş.
İlk hafta tamamen etrafa, ajanslara haber salmakla geçti. Ektiğim tohumların ürününü
anca 1 hafta sonra almaya başladım.
4 kadınla görüştüm… 5. Görüştüğüm
kişi Şemşat’tı. 14 Ağustos’ta görüştük ve şimdiye kadar görüştüklerim içinde
tek referans verebilen bakıcıydı. Kanım da kaynadı, ve ilk görüştüğümüzde
prensipte anlaştık. 1 hafta süre verdik birbirimize, diğer insanlarla görüşmek
için, ama haftanın sonu gelmeden “kesin” olarak anlaşmıştık. Ne var ki 1
eylülde başlayabiliyordu, ve bu benim 2 hafta daha idare etmem gerektiği
anlamına geliyordu. Ne yapalım, katlanıcaz, iyi bir bakıcı bulmak kolay iş
değil, her istediğin aynı anda olmuyor.
Madem yalnızım, işleri hallettim,
bakıcıyla da prensipte anlaştım, bari 4 günlüğüne annemlerin yanına gideyim
dedim, Melda, Kerem ben beraber Datça’ya gittik. Anne gibisi yok, 4 gün onlar
Kerem’le ilgilendi, ben de biraz dinlendim, kendime geldim. Bu sefer İstanbul’a
dönüşüm ilk seferki gibi bir depresyon etkisi yaratmadı. Ama hala yalnız
olduğumdan, ve Kerem’in yere attıklarıyla beslenmekten en azından 68 kiloya
kadar indim. Arada Birsen abla ve çocuklarıyla görüştüm, o bana geldi yardıma
derken, böyle böyle zaman geçti ve Şemşat 5 Eylül’de bizde işe başladı.
İşe başlayana kadar 2 hafta
zamanımız vardı. Birbirimize çabuk alıştık diyebilirim ama o iki hafta hayal
ettiğim gibi geçmedi. Ben bakıcı olunca tatilde gibi olurum zannediyordum, ama
haliyle kadına evin düzenini birinin öğretmesi gerektiğinden, o iki hafta ben
de dolu dizgin çalıştım. Sonuç, bir kere bile havuza inemedim, doğru düzgün
dinlenemedim. Ama olsun, en azından evde bir yardımcı var, artık mutfağı ben
temizlemek zorunda değilim, yemek pişirmek ve çamaşır gibi işlerle ilgilenmek
zorunda değilim.
19 eylül’de işe başladım. Sanki 10
ay ara vermemiş gibi hissediyorum, adeta dün işteymişim gibi hissettim. Ve
kesinlikle işe başlamak bana çok iyi geldi. Bir kere, ne kadar uykusuz olsam
da, sabah kalkıp, saçımı tarayıp giyinip makyaj yapıp evden çıkmak, ve masamda
otururken, çayımı soğumadan içebilme lüksüne sahibim. Sosyalleşiyorum, iş
arkadaşlarımla sohbet ediyorum, ve bir düzen içinde çalışıyorum. Evdeki kaotik
ortam burda yok. En önemlisi kulağımda devamlı bir bebek ağlaması yok. Kerem
için ilk gün baya zor geçti, uyurken çok ağladı ve biberonu reddetti ama 1. Haftanın
sonunda O da baya alışmıştı. İlk bir hafta her öğlen eve emzirmeye gittim, ama
2. Hafta buna gerek kalmadı, süt içmesini de bir düzene oturtmaya başladık.
Bu yazıyı yazdığım tarih itibariyle
işe başlayalı 2,5 hafta oldu ve ben hala işe gittiğim için çok mutluyum. Artık Pazartesi
sendromum kalmadı, aksine Şemşat’ın izinli olduğu Pazar sendromum var J Kimi çocuk bakmayı, evde çocuklarıyla olmayı çok sever, ve
bunu doğal bir içgüdüyle zorlanmadan yapar. Ben bu 9 aylık süreçte gördüm ki,
ben diğer gruptayım – evden çıkması gereken, evde kalsa hasta olan o tiplerden.
Eğer bu yazıyı bir “anne” olarak
okuyorsan, hatta şu an doğum iznindeysen, ve işe başlayacağın için karalar
bağlıyorsan… Üzülme, yalnız değilsin! İşe başlamadan önce 1 ay ağladım,
bebeğimi elin kadınına bırakıp nasıl işe gideceğim, bensiz ne yapacak diye. Annemin
bana yaptığını ben de bebeğime yapacağım, onu bırakıp işe gideceğim diye
vicdanım çok sızladı. Ama bak! Gayet normal bir insan oldum. Benim gibi bir
sürü çocuk var annesi çalışan ve hepsi de gayet sağlıklı, sorumluluk sahibi
bireyler. Annelerinden ayrı kalıyorlar diye psikopat olmuyorlar, hatta kendi
ayakları üzerinde durmaya belki de mecburen daha erken başlıyorlar… Sen de
işten geldiğinde, bebeğin uyuyana kadar olan süreyi onunla oynayarak, hep O’nun
yanında olarak geçireceksin, ve böylece senden ayrı kaldığı gündüz saatlerini O’na
unutturacaksın. Bebek bilecek ki “anne” saatim geldi. Kaliteli zaman diyorlar
ya şimdi, işte sen de bebeğinle ilgilenerek, telefona tablete bakmadan bütün
dikkatini O’na vererek O’nun yanında zaman geçireceksin… Hem zaten bir
düşünsene; izinde evde olduğun zamanlarda ne kadar çocuğunla oturup oyun
oynayacak zamanın oluyordu? Toplama baktığında belki de bebeğinle asıl
çalışırken daha uzun zaman geçiriyor olacaksın.
Çalışan bir kadınsan, çalışan bir
anne olmak senin ve dolayısıyla bebeğin için bence en sağlıklısı… Ve inan bana,
biraz ayrı kalmak, sana da iyi gelecek J
01 Eylül 2016
36. HAFTA || Bebek ayağa kalktı
Kerem kendi kendine koltuğun yastıklarına tutunarak kendi başına ayağa kalktı.
Feci kabız! Keçi pisliği gibi kaka yaptı 3. Günde. Cts doktoruna gittik, şurup verdi. Ne dokunuyo bulmaya çalışıcaz.
Uykuları fena değil, 2-3 kez kalkıyor genelde.
Gündüz uykuları 2 tane oluyor, bi gün 1 kere uyudu, ikinciye uyutamadım.
25 Ağustos 2016
18 Ağustos 2016
11 Ağustos 2016
33. HAFTA | Hafta Hafta Bebek
Hafta Hafta Bebek'te genel bilgilerdense Kerem'in ne yaşadığını anlatıyorum. 33. hafta içinde Kerem'in ne yaşadığı ve spesifik olarak neler yaptığı ile ilgili kayda değer bilgiler aşağıdaki şekilde;
- Bu haftanın başında Kerem nerdeyse hiç ek gıda almıyordu. Kakası bu sayede düzene girdi. Sonra gene yavaş yavaş yemek vermeye başladım ama kabızlık devam etti.
- İstanbul'a dönmemizle Kerem yine odasında uyumaya başladı. Ama gece kalkmaları çok arttı.
- Poposunun üzerinde oturup 1 saat oyun oynayabiliyor, hala emeklemiyor ama bazen bir arpa boyu yol katediyor. Çok da güzel ayağa kalkıyor. Artık 2 gündüz uykusu yapmaya başladı, 3ü bırakıyor sanırım
4 Ağustos: Babam Bodrum'a geldi. Bu bizim son günümüz... yarın yolculuk var. |
Meltem Beach Ortakent |
5 Ağustos: Melda Kerem ve Ben İstanbul'a doğru yola çıkmadan önce bir aile fotoğrafı çekelim istedik. Ne yaptıysak Kerem'i güldüremedik çünkü çok uykusu vardı |
Bunlar da 8 Ağustos Pazartesi Kerem'e pişirdiklerim
8 Ağustos: Baba işten gelince... |
04 Ağustos 2016
32. HAFTA | Hafta Hafta Bebek
Hafta Hafta Bebek'te genel bilgilerdense Kerem'in ne yaşadığını anlatıyorum. 32. hafta içinde Kerem'in ne yaşadığı ve spesifik olarak neler yaptığı ile ilgili kayda değer bilgiler aşağıdaki şekilde;
- Kerem'de bir kabızlık problemi başladı. İlk seferinde 5. gün kaka yaptı. Sert değildi macun kıvamındaydı ama nedense uzun sürdü. Bunu yaptıktan sonra diğer kakasını da 4. gün yaptı. Sanırım birşey dokunuyor. Ben o yüzden yemeklerini baya azalttım, sadece anne sütüne döndüm. Sıfırdan başlayıp neyin dokunduğunu bulmaya çalışacağım.
- Bu haftanın en güzel şeyi ise, ellerimize tutunup hoop ayağa kalması :) Bayılıyor ayağa kalkmaya hiç oturmak istemiyor.
- Geceleri 1 kez kalkmaya başladı bu hafta
28 Temmuz: Halamların evine misafirliğe gittik, Kerem'i havuza soktuk |
28 Temmuz: Melda halamlardan yoga yapmaya çıkarken |
30 Temmuz: Kereme omlet verdik kahvaltıda |
30 Temmuz: Gölköy Karianda'da denize girdik |
31 Temmuz: Aktur Ana Plaj |
Aktur Ana Plaj |
1 Ağustos: yine Gölköy'de denize girip ordan Yalıkavak Marina'ya geçtik. Kerem denizden saat 20'de kalkınca arabaya biner binmez sızdı :) |
3 Ağustos: yine Karianda... Tatil bitiyor |
Karianda iskele |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)