Bu yazıyı 2 aydır yazmayı
planlıyorum. İlk karar verdiğimde başlık "tatil başlarken"
olacaktı... Şimdiki başlığa bakınca, durumun vahameti görülüyor. Tatil dönüşü
tek başıma çocuk bakarken bloğu çok boşlamışım... Artık geri dönüş vaktidir!
8 Haziran'da İstanbul’dan yola
çıkmıştık... İlk günlerimde çok bocaladım, evimi düzenimi çok aradım. Kerem'in
mükemmele yakın olan uyku düzeni yazlıkta alaşağı olunca, İstanbul’a geri
dönmeyi bile düşündüm. Uykusuzluktan sinirlerim iyice bozuldu, tatile çıktığıma
pişman oldum.
Bu durum o günlerdeki instagram postlarıma
da yansımış olacak ki, Ufuk'un yazdığı bir yorumu unutamıyorum... "Tatilde
olan bir seni kıskanmıyorum" yazmıştı bana... Haklıydı, kıskanılacak bir
yanım yoktu, gecede 5 kere uyanıyordum ve sabah 6da kalkıyordum.
Bir hafta sonra biraz daha iyiydim. “İstanbul'a
dönüp de ne yapacağım”, diye düşünmeye başladım. “En azından burda annem var,
yalnız değilim, bana destek olan insanlar var”
Bodrum’da 2 hafta kalıp sonra
Çeşme'ye geçtik. Babaanne, büyükbaba, nine... Yediğim önümde, yemediğim arkamda
bir tatil geçirdim. Üstelik her sabah büyükbaba 6’da kalkıp Kerem'i aldı, ben
10’a kadar uyudum. Uyandığımda kahvaltım hazırdı. Öğlen ne yiyecez derdi yoktu,
babaanneyle nine her şeyi planlayıp hazır ediyorlardı. Biri Kerem’i uyutuyor,
öteki onla oyunlar oynuyor ve karı koca biraz hava alalım diye bizi baş başa
denize bile gönderiyorlardı. Nerdeyse sıfır sorumlulukla 1 ay geçirdim. O
zamanlar biberondan da gayet güzel sütünü içiyordu. Henüz 6 aylıktı ve
"anneci" günleri daha başlamamıştı.
Çeşme’deki 4 haftadan sonra normalde
İstanbul’a dönmemiz gerekiyordu. Malum, 19 Eylül işe başlama tarihim. Öncesinde
bakıcı bulmak, ona evi ve düzeni alıştırmak gerekiyordu. Ayrıca eve kamera
kurdurmak, ve işe başlamadan önce yaptırmam gereken irili ufaklı tamir işlerini
halletmek gerekiyordu. Oturduk düşündük, daha zaman vardı, ve güneyde olmaya
iyice alışmıştım. “Hem İstanbul’a dönüp ne yapacağım, işler elbet hallolur”
diye düşünüp annemin yanına Bodrum'a döndüm.
Bu son 2 haftalık Bodrum tatili
bütün yaza damgasını vurdu, çok güzel bir tatil geçirdik. Artık evden uzakta
olmaya iyice alışmış, kurallarımın çoğunu yıkmış, daha rahat bir anne olmuştum.
Bodrum’u 3 şort ve 5 t-shirtle geçirdim, abartısız! Yıka yıka giy ne olacak,
fazla giysiye ihtiyaç yok ki. Yaz başında Kerem’in ihtiyacı olur diye taşıdığım
onca şeyin nerdeyse hepsini Efe’yle İstanbul’a geri göndermiştim. Tatilimizin
son ayağına, bir küçük bavul, Kerem ve benim için minimum kıyafet ve bir park
yatakla girdik. Puzzle mat yerine yere bir örtü serdik. Küvet yerine kucağımda
beraber yıkandık. Kabızlığı yüzünden ek gıdayı bile kestim, yemek derdi de
olmadı, her fırsatta emzirdim ki karnı doysun. Yapışık ikiz gibi her yere
beraber gittik, hep pusetinde uyudu, geceleri arada yanıma yatırdım, koyun
koyuna uyuduk. Her gün ayrı bir koya denize gittik, denizden en erken 8’de eve
döndük. Nereye gitsek çimenli bir yer seçtik ve Kerem’i hep yerlere koyduk ki
rahat rahat oynasın, çimenleri yolsun. Bazen deniz sonrası direkt akşam
yemeğine bağladık, zifiri karanlık olmadığı için Kerem’i uyutamadım, bizimle
oturdu ve arabaya biner binmez oto koltuğunda sızdı.
Son 10 senenin en uzun yaz
tatiliydi... 2 ay hiç eve dönmeden güneyde kaldım... İlk başlarda bir türlü
memnun ve mutlu olamadım ama Bodrum'daki son 2 hafta belki de hayatımın en
güzel tatillerinden biri oldu.
O kadar güzeldi ki, İstanbul’a
dönmek beni ilk hafta depresyona soktu ve 3 kilo vermemi sağladı. Annem, Merih
anne derken, 2 aydır bir annenin varlığına o kadar alışmışım ki... Dönünce ne
yapacağımı şaşırdım. Özellikle yalnız kaldığım ilk pazartesiyi unutamıyorum.
Kerem 6.30da kalktı! Uyanmak zorundayım çünkü evde başka kimse yok! Ve kahvaltı
hazırlamam lazım... Ama ne hazırlayacağım ki??? Bir panik dalgası
Eğer yeni anneysen ve bebeğin en
gıdalara yeni yeni geçiyorsa beni anlarsın. Belli bir tecrübe ve planlama
gerektiriyor bu yemek işi. Mesela peynirini geceden suya koyman lazım ki tuzu
gitsin. Yoğurdu geceden mayalaman lazımki ertesi güne hazır olsun. Evde yiyecek
sebze meyve bol olmalı hazırda, ki öğünü geldiğinde hemen bir çorba yapıver
veya meyve verebil.
İlk pazartesi bir uyandım, zaten
afyonum patlamamış, zaten yalnızım, zaten depresyondayım... Bir de uyanır uyanmaz acıkmam ben, en az 2
saat sonra yerim. Haliyle kahvaltı hazırlayacak olma duygusu bile midemi
bulandırmaya yetiyor. Ama el mecbur, mutfağa gidiyorum... Bir de ne göreyim?!
Peynir koymamışım ki! E ne yiyecek bu çocuk? “Salatalık vereyim kemirsin bari”.
O sırada ben de omlet yapayım yumurtanın sarısından. Ama o da ne?! Yüzünü
ovuşturuyor bu çocuk. Tabi ben yataktan kalkıp kahvaltı hazırlayana kadar saat
8.30 oldu, uykusu geldi. Uykusu varken zaten yemek yemez ki... Yemekleri alıp
alıp atıyor her yere, kafasına yüzüne sürüyor. Mecbur banyoya götürüyorum...
Çığlık kıyamet yıkıyorum Keremi... Sonra can hıraş alt bağlama, temiz kıyafet
giydirme derken ohh çok şükür meme var da susuyor. Emerken uyutuyorum artık. 6
aylık olana kadar hep ayakta kucağımda salladım ama artık 8,5 kg oldu ve benim
artık ayakta kucakta gezdirerek uyutmaya gücüm yok. Uyutup koyuyorum yanıma,
ben de yanına kıvrılıveriyorum. Beraber yatarsak 1,5 saat uyur, yoksa 45dk…
Bir de kabızlık derdi var. Bodrum’da
başladı. 5 gün yapmadı, tam fitille yaptırayım dedim, kendiliğinden yaptı.
Sonra 4 gün yapmadı. Belli ki ek gıdalardan biri dokunuyor diyerek kestim
herşeyi, sıfırladım, sadece anne sütüne döndüm. İstanbul’a gelmemizle tekrar
başladım yemeklere, ve tekrar kabız oldu.
İlk pazartesiyi atlattıktan sonra
diğer günler nispeten daha kolaydı. Hala ne pişiricem derdi vardı ama
internetten youtube’dan araştırmaya başladım, çeşitli sebzeler aldım, çorbalar
yaptım. Bu arada BLW’de yalan oldu. Önüne haşlayarak koyduğum, veya birşekilde
kendi kendine yiyecileceği forma getirdiğim, patates dahil hiçbir sebzeyi
yemeyince, kaka yapabilmesi için zorla sebze çorbası içirmeye başladım. Ama
kaşığa karşı tepkiliydi, ağzını hiç açmıyor, kafasını çeviriyor, eliyle itiyor,
en sonunda çok ısrar edersem ağlamaya başlıyordu. Bu inat öyle bir hal aldı ki,
birkaç gün sonra mama sandalyesine oturtmaya çalışmamla ciyak ciyak ağlamaya
başlar oldu. Bu en korktuğum şey… Çünkü ben istiyorum ki, yemek sofrada yeniri
öğrensin. Mama sandalyesi sadece yemek yemek için kullanılan bir araç olsun,
orda oyun oynanmasın, yemek yensin ve kalkılsın. Eğer mama sandalyesinden
nefret ederse, peşinden koşarak yemek yedirmem gerekir ki, bu heryerin batması
anlamına gelir.
Çareyi zorlamamakta bulduk. Mama
sandalyesine oturtup ağlamasın diye önüne kendi tutabileceği yemekler koymaya
devam ettim. Birkaç gün hiç kaşıkla beslemedim ve çok şükür o ağlamaları geçti.
Sonrasında da, su veriyorum diye ağzını açtırdığımda bir kaşık çorba tıktım.
Biraz kendi yedi, biraz ben tıktım, böyle böyle bugünlere geldik.
Kabızlığını da kuru kayısı ile
yendik. Hala zor yapıyor ama en azından hergün yapıyor. Kuru kayısıyı iyice
haşlayıp yumuşacık bir hale getiriyoruz ve o şekilde kaşıkla yediriyoruz.
Allahtan seviyor.
Konuyu baya dağıttım… Geri dönecek
olursak, 5 Ağustosta İstanbul’a döndükten sonra kendime gelmem 2 hafta aldı.
Birsen Abla ve ablam arada bana yardıma geldi. Geldiğimin ilk haftası eve
kamera ve klima taktırdım, ve yoğun bir bakıcı arayışına girdim. Depresyonumun
en temel sebebi de işte bu bakıcı arayışı. Ben sanıyordum ki, etraf bakıcı
dolu, döner dönmez günde 10 kişiyle görüşmeler yapacağım… Ama öyle olmuyormuş.
İlk hafta tamamen etrafa, ajanslara haber salmakla geçti. Ektiğim tohumların ürününü
anca 1 hafta sonra almaya başladım.
4 kadınla görüştüm… 5. Görüştüğüm
kişi Şemşat’tı. 14 Ağustos’ta görüştük ve şimdiye kadar görüştüklerim içinde
tek referans verebilen bakıcıydı. Kanım da kaynadı, ve ilk görüştüğümüzde
prensipte anlaştık. 1 hafta süre verdik birbirimize, diğer insanlarla görüşmek
için, ama haftanın sonu gelmeden “kesin” olarak anlaşmıştık. Ne var ki 1
eylülde başlayabiliyordu, ve bu benim 2 hafta daha idare etmem gerektiği
anlamına geliyordu. Ne yapalım, katlanıcaz, iyi bir bakıcı bulmak kolay iş
değil, her istediğin aynı anda olmuyor.
Madem yalnızım, işleri hallettim,
bakıcıyla da prensipte anlaştım, bari 4 günlüğüne annemlerin yanına gideyim
dedim, Melda, Kerem ben beraber Datça’ya gittik. Anne gibisi yok, 4 gün onlar
Kerem’le ilgilendi, ben de biraz dinlendim, kendime geldim. Bu sefer İstanbul’a
dönüşüm ilk seferki gibi bir depresyon etkisi yaratmadı. Ama hala yalnız
olduğumdan, ve Kerem’in yere attıklarıyla beslenmekten en azından 68 kiloya
kadar indim. Arada Birsen abla ve çocuklarıyla görüştüm, o bana geldi yardıma
derken, böyle böyle zaman geçti ve Şemşat 5 Eylül’de bizde işe başladı.
İşe başlayana kadar 2 hafta
zamanımız vardı. Birbirimize çabuk alıştık diyebilirim ama o iki hafta hayal
ettiğim gibi geçmedi. Ben bakıcı olunca tatilde gibi olurum zannediyordum, ama
haliyle kadına evin düzenini birinin öğretmesi gerektiğinden, o iki hafta ben
de dolu dizgin çalıştım. Sonuç, bir kere bile havuza inemedim, doğru düzgün
dinlenemedim. Ama olsun, en azından evde bir yardımcı var, artık mutfağı ben
temizlemek zorunda değilim, yemek pişirmek ve çamaşır gibi işlerle ilgilenmek
zorunda değilim.
19 eylül’de işe başladım. Sanki 10
ay ara vermemiş gibi hissediyorum, adeta dün işteymişim gibi hissettim. Ve
kesinlikle işe başlamak bana çok iyi geldi. Bir kere, ne kadar uykusuz olsam
da, sabah kalkıp, saçımı tarayıp giyinip makyaj yapıp evden çıkmak, ve masamda
otururken, çayımı soğumadan içebilme lüksüne sahibim. Sosyalleşiyorum, iş
arkadaşlarımla sohbet ediyorum, ve bir düzen içinde çalışıyorum. Evdeki kaotik
ortam burda yok. En önemlisi kulağımda devamlı bir bebek ağlaması yok. Kerem
için ilk gün baya zor geçti, uyurken çok ağladı ve biberonu reddetti ama 1. Haftanın
sonunda O da baya alışmıştı. İlk bir hafta her öğlen eve emzirmeye gittim, ama
2. Hafta buna gerek kalmadı, süt içmesini de bir düzene oturtmaya başladık.
Bu yazıyı yazdığım tarih itibariyle
işe başlayalı 2,5 hafta oldu ve ben hala işe gittiğim için çok mutluyum. Artık Pazartesi
sendromum kalmadı, aksine Şemşat’ın izinli olduğu Pazar sendromum var J Kimi çocuk bakmayı, evde çocuklarıyla olmayı çok sever, ve
bunu doğal bir içgüdüyle zorlanmadan yapar. Ben bu 9 aylık süreçte gördüm ki,
ben diğer gruptayım – evden çıkması gereken, evde kalsa hasta olan o tiplerden.
Eğer bu yazıyı bir “anne” olarak
okuyorsan, hatta şu an doğum iznindeysen, ve işe başlayacağın için karalar
bağlıyorsan… Üzülme, yalnız değilsin! İşe başlamadan önce 1 ay ağladım,
bebeğimi elin kadınına bırakıp nasıl işe gideceğim, bensiz ne yapacak diye. Annemin
bana yaptığını ben de bebeğime yapacağım, onu bırakıp işe gideceğim diye
vicdanım çok sızladı. Ama bak! Gayet normal bir insan oldum. Benim gibi bir
sürü çocuk var annesi çalışan ve hepsi de gayet sağlıklı, sorumluluk sahibi
bireyler. Annelerinden ayrı kalıyorlar diye psikopat olmuyorlar, hatta kendi
ayakları üzerinde durmaya belki de mecburen daha erken başlıyorlar… Sen de
işten geldiğinde, bebeğin uyuyana kadar olan süreyi onunla oynayarak, hep O’nun
yanında olarak geçireceksin, ve böylece senden ayrı kaldığı gündüz saatlerini O’na
unutturacaksın. Bebek bilecek ki “anne” saatim geldi. Kaliteli zaman diyorlar
ya şimdi, işte sen de bebeğinle ilgilenerek, telefona tablete bakmadan bütün
dikkatini O’na vererek O’nun yanında zaman geçireceksin… Hem zaten bir
düşünsene; izinde evde olduğun zamanlarda ne kadar çocuğunla oturup oyun
oynayacak zamanın oluyordu? Toplama baktığında belki de bebeğinle asıl
çalışırken daha uzun zaman geçiriyor olacaksın.
Çalışan bir kadınsan, çalışan bir
anne olmak senin ve dolayısıyla bebeğin için bence en sağlıklısı… Ve inan bana,
biraz ayrı kalmak, sana da iyi gelecek J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder